'Hocaların hocası' Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, 104 yaşında hayatını kaybetti
GÜNDEM‘Hocaların hocası’ olarak bilinen siyaset ve iletişim bilimci Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, 104 yaşında hayatını kaybetti.1859'da kurulan Mülkiye'nin (Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi) ilk kadın asistanı, ilk kadın doçenti ve ilk kadın profesörü olan, emekliliğini izleyen yıllarda Boğaziçi Üniversitesi'nde dersler veren Abadan Unat, siyaset bilimi ve iletişim konusundaki akademik çalışmalarıyla alanında büyük bir iz bıraktı.
Siyaset bilimi ve iletişim konusundaki akademik çalışmalarıyla alanında büyük bir iz bırakan Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, dün akşam saatlerinde evinde hayatını kaybetti. Unat'ın cenaze programının ABD'de bulunan oğlunun İstanbul'a dönmesinin ardından belli olması bekleniyor.
"Türkiye’ye gidebilmek için büyükelçiye gittim; annemi bir daha görmedim"
Nermin Abadan Unat, doğduğu Viyana'dan hayatının Türkiye'ye uzanmasını, 2021'de verdiği bir söyleşide şöyle anlatıyor:
"Almanca benim anadilim. Sonra Fransızca ve İngilizce öğrendim. O sırada yatılı bir okulda olduğum için Macaristan’daydım. Biraz Macarca da öğrendim; ama henüz Türkçe bilmiyordum. Benim annem kumarbaz bir hanımdı. Babam ölünce, bütün parayı kumarda kaybetti ve maddi olarak beni okutamayacak hâle geldi. Bir gün bana dedi ki 'Ben artık seni okula gönderemem. Steno öğren, daktilo öğren hayatını kazan.'
Bunlar olduğunda henüz 14 yaşındayım. O sırada Türkiye’deki gelişmeleri yabancı gazetelerden takip etmeye çalışıyordum. Kendi dilimden değil de yabancı dillerden... Okuduklarımdan görüyordum ki Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bütün o yenilen ülkeler, başı öne eğik yenik ülkelere dönüştüler. Fakat Türkiye farklıydı. Bir tek Türkiye cumhuriyet kurdu. Yalnızca Cumhuriyet kurmakla kalmadı, bununla beraber bir sürü kurum da kurdu. En önemlisi ise Türkiye’de erkek kız farkı gözetmeksizin herkes için parasız eğitim getirileceğini öğrendim. Bunu duyduktan sonra Türkiye artık benim için bir cennetti. Ben okumak istiyordum ve bu sebeple her şeyi göze aldım. Türkiye’ye gidebilmek, orada eğitim görebilmek için hiç düşünmeden her şeyimi bıraktım. O kararı gözü kapalı verdim anlayacağınız.
Türkiye’ye gidebilmek için önce büyükelçiye gittim; derdimi anlattım. Büyükelçi beni anlayışla karşıladı. Türkiye’ye gidebilmem için bir bilet ve bir kimlik verdi. Düşünün ben daha 14-15 yaşındaydım o zaman. Kararımı verip 5 Kasım 1936’da Budapeşte’den Türkiye’ye hareket ettim; bir daha da annemi görmedim. İkinci Dünya Savaşı sırasında Rus işgali oldu ve bir daha görmedim annemi... Ablamı da 20 sene sonra ancak görebildim. Yine de hiçbir zaman asla bu kararımdan pişman olmadım. Hatta her zaman iftihar ediyorum.
Türkiye Cumhuriyeti kendi dilini bilmeyenlere de ışık tuttu; bu çok önemli. Türkiye Cumhuriyeti, 1920’lerden sonra ışık tutan bir ülkeydi Avrupa için. Evet biz de diğerleriyle beraber yenildik savaşta; ama onlar gibi her şeyi kaybedip başı öne eğilmiş bir ülke olmadık. İyi ki geldim Türkiye’ye ve iyi ki öğrenci olabildim. Ben her şeyimi Türkiye’deki cumhuriyeti kuranlara borçluyum. Atatürk’e, İsmet Paşa’ya, o dönemin yöneticilerine borçluyum. Onlar bir kuşak... O kuşak umut verdi benim gibi gençlere, Türkçe bilmeyenlere. Asıl mühim olan o."
Cumhuriyet'in ilk yıllarına tanık oldu: Hepimizin derdi buydu...
1936'da Viyana'dan Türkiye'ye gelen Unat, Cumhuriyet'in ilk yıllarına da tanık oldu. Unat, o yıllardaki tanıklığını şöyle anlatıyor:
"Cumhuriyet kurulduktan sonra herkesin aklında neler yapabileceği vardı. Herkes 'Nasıl katkıda bulunurum ben bu Cumhuriyet’e' diye düşünür, bunu konuşurdu. Benim için de bu yol, dersler vermek oldu. Okula girdim, Türkiye’de dersler verdim. Almanca ders verdim ve Türkçe dersler alarak Türkçe öğrendim. Zamanla arkadaşlarım oldu, Türkiye’de bir çevre edindim. Bizim her zaman önceliğimiz Cumhuriyet’ti. Bir araya gelip 'Ne yapalım, nasıl yapalım da Cumhuriyet’i daha ileri götürelim' diye kafa yorardık. Asıl derdimiz buydu.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında herkes geleceğe ve ülkesine dair bir şeyler ümit ediyordu ve bunlar oluyordu da çoğunlukla... Mesela öncesinde bir Sümerbank yoktu; ama Sümerbank açılınca bizler 3 liraya basma alabilecek hâle geldik. O basmayı alıp kendimize elbise yaptığımızda artık fevkalade şık olabiliyorduk. Ya da şeker… Şeker yoktu ve biz şeker yerine kuru üzüm yiyorduk. Sonra şeker fabrikası kuruldu Eskişehir’de. Şeker aldık, çayı şekerle içtik. Küçük şeylerle mutlu olduk.
Cumhuriyet’in ilk yılları ümit yıllarıydı bizim için ve biz bu küçük şeyler için ümit edip o şeyler için mücadele ediyorduk."
İlginizi Çekebilir